Yazar 14:17 Hikaye 105

Saka Kuşunun Özgürlüğü

Sandalyemi çektim, arka bahçeye bakan pencerenin kenarına oturdum. Gün yeni başlıyor. Güneş apartmanların arasından doğmak üzere. Güne müzikle başlarım. Huzurlu ve hüzünlü bir müzik bulurum illaki. Sağa sola baktım, kimsecikleri göremedim. Arada sırada hızla geçen arabaların sesi olmasa kimse uyanmamış diyeceğim. Pencerenin arkasından bakınca, kendimi huzur evinden bakan, huzursuz bir ihtiyar gibi hissettim. Ne zamandır pencerenin kenarına böyle oturmadığımı fark ettim. Ya televizyon karşısında ya kitapların arasında ya da  balkonda olurdum. İlginç geldi cam kenarı. Can kenarı, hayatın kenarı gibi geldi. Önce boş boş bakındım. Sonra camı açtım. Dışarıda sonbahar sabahının buz gibi havası var. Henüz kirletilmemiş havayı çektim içime. İçim üşüdü ama kendime geldim. Ağaçlar da üşüyor mu acaba? Üşüseler neden yapraklarını döksünler ki? Yapraklar onların elbisesi gibi değil mi? Bizim bahçede bir tek elma ağacı döküyor yapraklarını, demek ki o delikanlı gibi üşümüyor. Zeytin, çam, sedir, zakkum ve palmiyeler üşümemek için yapraklarını dökmüyorlar. Ağaçlar yapraklarını dökmeyince ne sonbahar geliyor ne de kış bizim bahçeye. Zeytin ağacının en yaşlısının dallarının arasından -eski bir alışkanlık ve güven veren bir mekan olarak-  güneşin doğuşunu neşeyle karşılayan serçelerin sesi geliyor. Birden aklıma daha önce saka kuşu beslediğim zamanlar geldi. Saka kuşu edinmeden önce efsane gibi anlatılmıştı; ötüşü, duruşu, rengi bir başkaydı. Biraz araştırmıştım o zamanlar dün gibi hatırlıyorum. Bakımı zahmetli, evcilleşmesi zor, özgür bir doğa kuşu olduğunu ve kendini kafese vura vura öldürdüğünü öğrenmiştim. Önce içim burkulmuştu, hiçbir canlının benim yüzünden acı çekmesini, hatta canından olmasını istemezdim. Ama içimdeki hayranlık duygusuna yenik düşmüştüm, biraz da hayvan sevgime güvenmiştim belki de. Her şeye rağmen saka kuşunu alıp çok güzel bir kafese koyarak her gün bin vicdan azabı çekerek bakmaya başlamıştım. Bazen güneşlensin diye balkona çıkarıyordum. Etraftaki özgür saka kuşları, esaret altındaki sakayı  çağırıyorlar ve kafesin etrafında uçuşuyorlardı. Kafesteki saka ise dışarı çıkmak için kafesin tellerine öyle bir vuruyordu ki kendini öldürecek diye çok korkuyordum. Sonra balkona çıkarmayı bıraktım. Evin içinde serbest bırakmaya başladım, bu sefer de kafese girmek istemiyordu. Onu yorarak yakalayabiliyordum. kalbinin atışını avucumda hissediyordum sanki yerinden çıkacak gibi hızlı hızlı çarpıyordu. Sakayı, demir parmaklıklar ardına atıyordum ama sanki kendimi atıyordum. Bir kuşa verilebilecek  en büyük ceza kanatların var ama uçamazsın demek galiba. Böyle bir cezayı hak edecek ne yapmıştı acaba? Sesinin güzelliğinin cezasını mı çekiyor? Hiç baykuşu, kargayı kafese koyuyorlar mı?

Bir gün ağlayarak ve anlayarak, kalbimin sesine kulak verdim ; o nazenin ve zarif kuşu özgür bırakmalısın artık. Aç altın kafesini kendi diyarında özgürce uçsun, varsın başka dallarda ötsün. Sesi sana yine gelir, nasılsa aynı göğün altındasınız dedi. Kafesin kapağını açtım, o özgürlüğüne uçtu. Benim yüreğim de onunla beraber kanatlanıp uçtu.

Close