Yazar 13:19 Deneme 103

KIRIK

Hassas ve kırılgan bir kalple baş etmenin yolu, onun çıkardığı seslere sağır olmaktır. Bir cam kırıldığında tüm parçaları, düştüğü yere dağılır. İnce bir ses çıkar. Çıplak ayakla basıldığında, basan kişinin ayağını kanatır, canını yakar. Ayakkabı ile basıldığında, basan kişi sadece camın çıkardığı sesi hisseder. Kendisine zarar gelmez. Bir kalp kırıldığında da olan olaylar benzerdir. Tek bir farkla: Bu kırgınlığın sesini dışarıdan duymayız ve görmeyiz. Aksine bunu saklamak için güçlü görünmeye çalışırız, yara almamış gibi. Başkalarının bizim hakkımız da söyleyeceği yargılardan korktuğumuzdan mıdır bilinmez, yokmuş gibi davranırız.

“Hayır kırılmadım.”

“Hayır, her şey yolunda, mutsuz değilim.”

“Dün gece geç uyumuşum, ondan bu yorgunluk.”

“Hayır, bir şeyim yok, dedim ya?”

Buna benzer cümleleri sıkça kullanmışızdır. Anlatsak çaresi olmayacağına inandık belki de. Anlatmaya dayalı inancı ne zaman kaybettik, orası çok derin. Ne zaman anlatmak istesek derdimiz küçümsendi. “Seninki de dert mi? Bir de benim derdimi dinle.” dediler hep bize. Kendi dertlerini bizimkilerden üstün tuttular. Susarak, susmayı daha iyi öğrendik. Anlatmak istemedik. Ne zaman “iyi misin?” diye sorulsa bunun genel geçer bir soru olduğunu bildik. Kimse kimsenin gerçekten ne hissettiğiyle ilgilenmiyor artık. Günümüz dünyası; kanla, savaşla, kavgayla, insanı insana karşı düşman etmeyle geçiyor. Durup ince şeyleri düşünmeye vaktimiz yok. Kaldırımda yürürken basmaktan çekinmiyoruz, taşlar arasından bile tomurcuklanan çiçeklere. Halbuki inanılmaz bir öğreti bu. Taşta olsan, çiçek açıyorken; biz insanlar ne zaman soldurduk açmaya niyetlenen çiçeklerimizi? Ne zaman vazgeçtik onları sulamaktan, açar diye beklemekten? Anlatmaya, samimiyete olan inancımızı kaybettiğimiz zamana denk geliyor sanırım.

İçimdeki çiçekleri soldurmadım, hayır. En azından daha değil. Sadece çabuk açan ve solan bir yapısı var. Bazen neşeli, cıvıl cıvıl olmamın çiçeklerimin açtığı zamana ; bazen de dikenli olmam solma zamanlarına denk geliyor. Hani Goethe diyor ya ” Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.” diye. Sanırım ben dahil hepimiz, cehennemimizi kendi içimizde taşıyoruz. Fiziksel yapısı gereği yanıcı olan cehennem, canımızı yakıyor, küle döndürüyor bizi. Tıpkı kırılan ve dağılan parçalarımız gibi. Tek görevi kan pompalamak olsaydı kalbin, eminim işler çok daha kolay olurdu. Ancak kendisi her şeyle ilgili. Aşkla, nefretle, kederle, hüzünle, sevinçle… Akla gelecek her duygunun ve düşüncenin mimarı.

Kalbim, hiçbir zaman vazgeçmedi apartman boşluğunda oturup kuş sesleri beklemekten. Hep umut etti bir şeylere orta yolu bulmaya. Yönünü bulmakta zorlansa bile, yanlış sularda yüzmeye kalksa bile vazgeçmedi ve vazgeçmiyor. Kendisinin bilmediği bir şey var: Atmaya devam ettiği bedeni taşıyan kişi, yüzmeyi bilmiyor. Ama o hala derin sularda inci tanesi aramaya pek bir hevesli. Boğulduğu denize sevdası bitmiyor. Böyle bir kalbim varken ne başka bir dosta ihtiyacım var ne de başka bir düşmana. Kalbim, sığındığım evimdir benim. 

Resim: htps://pin.it/56a9Kht

Günün Şarkısı :

Close