Yazar 18:34 Hikaye 105

DÖNERKEN MERDİVENİ, DÜŞERKEN GÖRDÜM DÜŞLERİMİ

İnsan yapayalnız kaldı. Umutsuz, sevgisiz, güvensiz. 

Ne kadar çok yalnızlık şarkısı, şiiri yazılıyor farkında mısınız?  

Mustafa Kutlu 

Derin bir iç geçirmenin neticesinde gözüm kol saatimin kırık camından geriye kalıpta akan zamanın sürüncemesine takılıp kalmıştı. Vakit epey geçmişti ve ben derme çatma sokak evlerinin ötesinde bu karanlığa teslim olarak kendi yolumu bulabilmenin girdabı içinde başkaları için basit lakin benim için büyüklük oranı sayılarla ifade edilmeyecek kadar öngörüsü dahi az olan bir telaşın içerisine düşmüştüm. Var olduğumdan beri yaşantımı bu telaşa, bu bilinmezliğe ve bu anlamsız arayışa teslim etmiştim.  

Üzerimde blazer bir takım ve siyah kaşe kabanın yarattığı ağırlık mevcuttu. Yaşadığım süre boyunca ara sıra aklıma düşen ama yeltenmediğim sigara parçası iki dudağımın mevcudiyetinde kendine yer bulmuş ve varlığını ispat etmeye başlamıştı bu gece.

Derme çatma bir binanın döner merdivenine oturmuş, dünyada her şey yoluna koyulmuşta benimkiler ortada kalmış, çözümlenememişçesine herkesin görüşüne açık halde yol üzerine serili kalmış gibi duruşunun acizane hissiyatı da benimleydi. Balat’ın ne idiği belirsiz çingeneleri başına üşüşmüşte ballandıra ballandıra bütün İstanbul’a bu çürümüş bilinmezliğin mevcudiyetini birer elbise pazarlığı yapar gibi satışa çıkarmışta alıcısını bulamayınca küfür kıyamet kopararak kapımın önüne yığışını, üzerime yürüyüp daha kaliteli hüzün, kalp kırıklığı ve acı siparişi verip kendi çöp mahallelerine gerisin geri dönüşünü yaratmıştı zihnimde. Zaten bu acı ve ıstırap yalnızca çingenelerin dünyasında kendini ispata tabi tutabilirdi. Gecenin kör kıyılarında gözleri uykunun getirdiği aldatıcı bir sersemlikle kapanmaya hazırlananların dünyada vakti dolmuş ki ölüme denk düşen uykuya selamlarını vermişlerdi.  

Bense, karanlık bu vakitte bir taraflarımın donmaya yüz tutacağına emin olduğum merdivenin başında kalakalmıştım. Kendimi yeniden bir iç muhasebesi ve vicdani duyumsama ile karşı karşıya getirmiştim. Derdimi ne yazık ki pahalı psikologlara anlatabilecek güce, imkana sahip değildim. Öyleyse kendi kendimi yerin dibine batıracak ama o dipten yine kendi ellerimle çekip alacaktım, karar vermiştim yapacaktım. Böylesine karar vermişken birer film şeridi gibi gözümün ve gönlümün önünden akmaya başladı yaşadıklarım, acı hatıralarım. İnsanın hayatında sevince dair hatırlanacak az şeyinin olması bile koca bir dert olarak yansıyıp, yüreğinin atrioventriküler denen his demetine çarpıp duruyordu.  

Film şeridinde gözüme önce anlayışsızlığın getirdiği acının yansıması düşüverdi. Oturduğum, kalktığım, yürüdüğüm, kaçtığım yollardan geriye kalan birer anımsama. Sevdiğim ve bir gün sevmeyi planladığım insanların yaşamında söylediklerimin anlaşılmayışını ki yüzümdeki hüznün ve sırtımdaki yükün fark edilmeyişinin anlamsız ve zalimane varlığını hissettim. Yaşadıklarım, tekrardan gözümün önüne düşüyor ve yüreğimde hissettiğim derin bir acının gücünü tekrardan hatırlamak istercesine özgür kılıyordu. Yine diyordum yine, başkalarının varlığı için mevcut ve değerli lakin kendimin özünde görünmezliğin birer parçası halindeydim.

Geçiyorduk bunu da ve kapımız en zalimane düşmanın önünde beliriyordu, sevgisizlik! Dünyanın sınırları içinde kabulün en önemli ibaresiydi sevgi. Eğer buna sahipseniz vardınız ve yaşamaya değerdi dünya. Ki eğer mahrumsanız bundan kendinizi geri çekmeye, derin bir suskunluğa mahkûm etmek zorundaydınız. Gerektiğinde ortada ama günün sonunda birer biblo gibi kenardaydınız. Basit birer süse, haddinden fazla pahalıya satılan bir tabloya dahi yaklaşamazdı değeriniz o vakit. Onlar gibi konuşmadan, onlar gibi oturup-kalkmadan, onlar gibi yiyip-içmeden, onlar gibi giyinmeden var olamazdınız onların sınırları içinde. Onlar gibi sahte bir içtenlikle dinlemeliydiniz Beethoven’i yahut onlar gibi gerçekte çok sıkıcı ama sahte yüzlerinde yarattığı muazzamlık hissiyatının varlığında izlemeliydiniz Dogville’ı. Görünürde yaşamalıydık hayatı, hislere tabi olmadan. Sahteliğin piyasada değere binip fahiş fiyatlara satıldığı yerde gerçeklik merdiven altı mekanlarda az ama öz talepçisini bekler haldeydi. 

Velhasıl içimle, merdiven altı gerçekliğin paydasında kendimizi yeniden ve yine de düşlerin mantıksız ama tek çare görünümüne teslim etme kararına varmıştık. Geceyi ve içtiğimiz sigarayı yarım bırakacak düşlerin uzun yolculuğuna çıkacaktık. Düşlerimizde yapacağımız yolculuklarda bulmayı istediğimiz bulacak, kavuşacağız. Aradığımız hislerin kalbimizde ve bünyemizde yeni baştan var oluşunu seyredecektik. Umudu, ümidi, beklentiyi adına ne koyarsan koy onu var edeceğiz acılı yüreğimizde ki bu gece emindik sersemletici minik ölümün emaresi olan uykunun peşinde çingenelerin küfürle karışık isteklerine yine cevap veremeyecektik. Bu koca dünyada acımızda varlığımız gibi basite indirgenecekti belki de.  

Saat, kırık camının ardından sabah ezanına yönelen vakti gösterirken yavaşça kalktım donduğum merdivenden. Bu gece içimin acısını dolu dolu anlatacak, anlaşılacak hali yoktu. Anımsayacaktım Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektubunda, “Bazen içinde bulunduğunuz durumu anlatmak için kelimeler aciz kalır. Bazı durumlarda sadece acı çekilir.” deyişini. Benim acım bu gece anlaşılmanın değil bir an önce bitip, tükenmenin derdindeydi. Belki bir gün, buralarda tekrardan buluşur ve anlatırız uzun uzadıya.  

Lakin şimdi çıkmaktaydım merdiveni yavaşça ki birden ne göreyim!

Dönerken merdiveni, düşerken gördüm düşlerimi. 

Close