Merhaba.
Dergiye katılalı tam 1 ay olmuş. Bunun şerefine 7. yazımı yazmaya karar verdim. Bugün halk ekmek sırasındaki insan karmaşasını aştıktan sonra eve dönerken Gaye Su Akyol’un “Bağrımızda Taş” şarkısı çalıverdi. Ritmi enfes bir şarkı. Şöyle bir kısım geçiyor şarkıda ” hayat deniz verdi de biz mi yüzmedik?” Bu cümle biricik psikoloğum Esra Hanımla aramızda geçen bir konuşmayı anımsattı. Esra hanım bana şöyle demişti :” Saliha hepimiz hayat denizinde yüzüyoruz. Bir botun içinde dengeyi bulmaya çalışıyoruz.” Bu botun içinde sevdiklerimizle dengeyi bulmaya çalışmak kıymetli bir eylem. Bu olaya biraz uzaklaşarak baktığımdaysa hepimizin hayat denizindeki o küçük botlarda hayat mültecisi olduğumuz fikri geldi aklıma. İltica ettiğimiz adalar , mevsimler değişik; kimimiz sevgi adasına doğru kürek çekiyoruz , kimimiz adalet adasına , kimimiz öfke adasına… E bu adalarında kuralları ve belli bir insan kapasitesi var. Biz bu adanın kurallarına bürünürken denizdeki dalgalı hayatımız siliniveriyor hafızamızdan. Hele birde sevdiklerimizle aynı adalara gitmek istemiyorsak yol kat edemiyor, bulunduğumuz yerde dalgalanıp duruyoruz bedenimiz ve ruhumuzla…
Peki ya neden yolculuk değil de iltica? İltica; sığınmak anlamına geliyor. Bu anlamda yolculuk çok daha özgürken, iltica bağımlı bir anlam taşıyor. Biz hayatımızın çok önemli bir kısmında bize geçmişten aktarılan fikirleri ayıklıyoruz. Koca bir pirinç çuvalındaki taşları ayıklamak gibi. Bu fikirlere tutunmak , onlarla aramızdaki bağı geliştirmek bir yanıyla hayati bir ihtiyaç. İşte bunun için bir sürü fikre yolculuk etsek de bir fikre iltica ediyoruz.
İltica etmek için yola çıkıyoruz, peki ya şartlarımız? İçinde bulunduğumuz bot, üstünde yüzdüğümüz deniz, gitmek için kollarımızı ağrıtana kadar kürek çektiğimiz adalar bir mi? Hiç değil. Biz bir miyiz ? Hiç değil.
Geçenlerde karikatürlerini ve fikirlerini çok beğendiğim Eren Boz, bir karikatürünün üstüne şöyle bir şey yazmıştı : “ben senin için değilim, içimden gelen olma arzusuna karşı koymadan kendim için olmak zorundayım ve bu kendiliğe ben ancak sığabiliyorum” demek ki adaların nasıl insan kapasitesi var ise insanın kendiliğinin de sadece kendine kadar yeri var. Yani öz; bir çok alan ve fikrin hakiki olarak tek kişiye biletidir diyebilir miyiz? Ben kendim olma arzusuyla kendimim bu denizde. Aynı botun içinde olduğum / olduğumuz insanlar da öyle. Bu durumda her mültecinin yani hepimizin kendi özü , kendi kıyısı , kendi adası , kendi denizinin rengi farklı ve kendine hastır.
İlticamız nereye? Hangi değerlere, hangi fikirlere , hangi hislere? Botumuzu nelerle koruduk, hangi renge boyadık?
Özümüzle tek kişilik bilet aldığımız bu denizde botumuzla nereye gidiyoruz?