“Sırça bir fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır. “
Slyvia Plath
Tüm karanlığın içinden bir ışık yayıldı. Önce ince, cılız bir ışıktı bu. Sonra giderek güçlendi, odayı kaplar oldu. Gözleri kör edecek kadar doldurdu odayı ışık. Ne garip, biraz önce karanlıktan boğulan oda şimdi aydınlıktan boğuluyordu. Oturduğu koltuktan kalktı, cama doğru yürüdü. Zaten her gün yaptığı bir rutindi bu. Pencerenin önünde beklemek. Neyi, kimi olduğunu bilmeden beklemek. Sonsuz bir bekleyiş haliydi bu. Gelse beklenen, “beklediğim o muydu?” dedirtecek türden.
Beklerken yoldan bir sürü araba geçti. Arabaların içindeki insanlara baktı. Kimisi yorgundu, kimisi mutlu. Kalabalıklar doldurdu yolları. Karşısında masmavi engin bir deniz vardı. Beklerken sayısız vapur geçti. Herkesin yetişmesi gereken, gitmesi gereken bir yeri vardı. Onun hariç. Sanki tüm dünya etrafında dönüp dururken o, ortada durmaya devam eden bir nokta gibiydi. Belli belirsiz bir varlığı vardı hayatta. Kimse görmüyor, hissetmiyordu onu. Ne tezatlık, halbuki görülmek ve duyulmak istiyordu. Bu odadan çıkmak, kurtulmak, kaçmak. Ama rapunzel masalı misali, kilitli kalmıştı bu odaya. Bu odayla beraber mutlak talihine de. Kurtulamıyordu. Çırpındıkça daha da dibe batıyordu her seferinde. Ne zaman bir yerinden tutmaya çalışsa hayatın, hayat engeller çıkarıyordu karşısına. Ne zaman umut etse kalbi paramparça oluyordu. Kristal bir camdan yapılma bebekti sanki. Korunması ve saklanması gereken. Öyle herkes tarafından hoyratça değil, özenle sevilmesi gereken bir bebek.
Ne kadar oturdu o pencerenin önünde farkında değildi. Zaten yapabileceği bir işte yoktu,uyumak ve pencereyi izlemek dışında. Bir hayatı yoktu, sevdikleri yoktu. Yapayalnızdı. Bomboş bir odada sadece bir sandalye, koltuk ve pencere vardı. O pencereden bakıyordu hayata. Akıp giderken hayatı önünden, o sadece seyirci kalıyordu. Hiç çıkmaya çalışmadı o odadan. Kaderine razı oldu. Kilitli odanın anahtarı cebindeydi ama çıkmaya cesareti yoktu. Umudu onu terk etmişti. Bekliyordu. Sonsuz bir bekleyiş haliydi. Ama neyi,bilmiyordu.
Kalktı sonra pencerenin önünden ışığı kapattı. Biraz önceki aydınlık yerini yeniden karanlığa bıraktı. Gecenin sessizliği misafir oldu odaya. Ona gelen misafirleri düşündü. Kimse uzun süreli kalmamıştı hayatında. Her gelen misafirdi. İstese tutardı aslında. “Gitmeyin, kalın” diyebilirdi ama istemedi. Alıştığı odadan çıkmak korkutucuydu onun için. Uykuya dalmaya hazırlanırken odanın kapısı çaldı. Kilitli hem de kimsenin uzun süredir uğramadığı bir odanın kapısını kim çalabilirdi ki?
Kapıyı açmakta tereddüt etti. Cılız bir “Kim o?” sesi gönderdi dışarıya. Gelen kişi “Artık bu odadan çıkma vakti gelmedi mi sence?” diye sordu.
“Kimsin ki sen? Hem seni ilgilendirmez.”
“Ben, senim. Unuttun mu?”
Ne saçmalıyordu böyle? Sinirli bir şekilde kapıya yöneldi. Cebindeki anahtarı çıkardı. Anahtarın soğukluğu ellerini yaktı. Kalbi gittikçe hızlandı. Sanki ölecek gibi hissetti kendini,nefes alamadı. Yavaşça anahtarı döndürdü ve kapıyı açtı. Karşısında kendini gördü. O kadar farklıydı ki gelen tanıyamadı. Umut doluydu, ışıltı vardı gözlerinde. “Benimle gel” diyordu. Davet ediyordu hayata. Onunsa gözlerinde karartı vardı. Hüzünle bakıyordu.
“Benimle gel” dedi tekrar. Kapının eşiğinde durdu ve ona baktı. Bunu yapamazdı, bu oda hayatı olmuştu. Başka bir hayat mümkün değildi ki. Kapıyı sertçe kapattı. Defalarca kez kilitledi. Anahtarı da pencereden dışarıya fırlattı.
Tüm karanlığın içinden bir ışık yayıldı. Işık giderek büyüdü, ikisini de yuttu.
Uyandığında odadaydı. Sabah olmuştu. Kalktı ve ceplerini kontrol etti. Anahtar yerinde yoktu. Kapıya koştu ve kapının açılmış olduğunu gördü.”Rüya değil miydi bunlar?” diye sordu kendi kendine. Anahtar kapının üzerindeydi. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Ya bu odadan çıkarak cılız bir ışığa tutunacak ya da kapıyı kilitleyerek sonsuz bir karanlığa ve bekleyişe mahkum olacaktı. Eşikten dışarıya bir adım attı. Anahtar hala elindeydi.