Bir masada yanan iki ayrı mumduk biz.
Birimiz daha kısa, diğerimiz daha uzun yanardı her zaman
Yanmaya alışkanlık gösteren taraflarımız, kararırdı günden güne
İşimiz bu ya, yanmamız gerekirdi işte
Etrafımızda ki karanlığa ışık olmak için,
Acı çeken ve yanan bizdik.
Biri gelip söndürmedikçe,
Karanlıkta dans eden iki gölge gibiydi ışığımız,
Sen hep daha parlak ben hep daha cılız.
Karanlıkta kalmadıkça kimsenin aklına gelmezdik.
İnsanoğlu işte, işine yaradıkça sever ve benimserdi çoğu şeyi
Gündüz sessizce bekler, gece kor alevler içinde kalırdık
Sonra biri gelir söndürürdü bizi kuvvetli bir nefesle,
Bir nefeslik saltanatımız son bulurdu böylece
Sönerdi tüm ışığımız, yanmazdık.
Zamanla her şeyimiz daha da karardı
Bir alevle başlayan maceramız,
Zamanın saltanatıyla son buldu.
Artık masada yanan iki ayrı mum değil,
Erimiş kalıntılardık.
Yerimizi alana kadar başka mumlar,
Sessizce tükenişi paylaşacaktık.
Sonra başka iki mum gelecek, yerleşecekti evimiz dediğimiz masaya.
Bilinen bir son ziyaret edene kadar onları,
Devam edeceklerdi karanlıkları aydınlatmaya.