Bir sabah daha. Bilinmezliklerle dolu. Kendi içime çekildim yatağın içinde. Kendime kendim sarıldım. Hikayeler, romanlar, filmler, diziler vb. hep bir yerden başlar ve gerisini bilmeyiz. Değişik. Aynı biri ile tanışman gibi senden öncesini bilmiyorsun ama tanıştığın kişinin bir öncesi var. Tanıştığın kişi ne kadar senden öncesini anlatsa bile sen yoktun o öncesinde.
Hayat. Bir çok yaşam, bir çok insan, bir çok olağan şey. Acaba bu kırmızı araba nereye gidiyor. Karşıda ki çamaşır asan kadın kim, isteyerek mi evlendi, hayatından memnun mu? Memnun olsa her gün çocuğuna bağırır mı?
Dünya kocaman ama koskocaman bir yer. Aklım almıyor bu kocamanlığı. Dünyayı geçtim evren, galaksi, galaksiler… Bu böyle devam eder. Pekala nereye kadar? Ucu bucağı olmayan bir şey mi bu yoksa ucu var mı? Bir sonu var mı?
Her şeyin bir sonu var değil mi? Bu çok yorucu ama buna takılarak yaşamak daha yorucu sanırım ilhami. Hayat. Buradayız ve varız. Elimizden geldiğince yaşamalıyız.
İstiyorum ki yıldızları seyretmek. Yeşilliklerle dolu bir yerde yatıp sonsuza kadar yıldızları izlemek istiyorum. Gökyüzü bana sonsuzluğu hissettiriyor. Huzur veriyor, rahatlıyorum. Sonsuzluk? Sonu var demiştim her şeyin…
Acaba şu an benimle beraber kaç kişi düşünüyor olabilir, kaç kişiyle aynı yaştayım, kaç kişiyle olağan hayat akışımız benzer.
Bazen çevremdekilere saçma gelen fikirler/düşünceler bana öyle gelmiyor. Aslında gelmek zorunda da değil. O zaman nasıl bu kadar çeşit olabilirdi ki. Aa hayııırrr bu klişelere girdiğim için şu an kendimden özür diliyorum.
Bir kere Bilge Karasu’nun bir kitabının bir kısmını okumuştum. Karakterin düşüncelerini direkt bir şekilde yazmıştı (düşünce akışı) çok hoşuma gitmişti. Aşırı benden hissetmiştim. Düşüncelere dalmayı seviyorum. Beynin içindesin ve eğer vicdanını susturursam ortaya mükemmel bir an çıkıyor. Tabii vicdan, zor iş işte o. Kolaylıklar gelsin.
Müzik. Şarkı. Müzikle şarkı arasında fark ney acaba. Şarkı, müzik dinlemeyi çok severim. Belki biri sözsüz biri sözlüdür, fark budur. Şarkı dinlediğim zaman hayallere dalabiliyorum. O anlık bulunduğum yerden ayrılabiliyorum. Tabii ki sonrasında uçurum etkisi. Değer mi? Kesinlikle değer.
“Anlık, an, bulunduğun zamana göre hareket etmek ne geleceği ne geçmişi düşünmeden yaşamak” bana bu kelimeler yazın geçen bir genç kızın hayatının kısa bir kesitini anlatan filmleri anımsatıyor. Çünkü genel olarak bu tarz fimlerde kız istediği gibi istediğini yapar ve hayatının akışını izleriz. Bazen bu genç kız olduğumu düşünüyorum. Oldukça anlık hareket ediyorum. Geçmişten ders almıyorum, geleceğim için de herhangi bir şey yapmıyorum. O anlık. O an neyse o. Bu bazen iyi olabilir lakin çoğunlukla kötü sonuçlar doğurur… Ya da doğurur mu? Bunun karar mercii kim?
Bir şeylerin karar mercii nasıl olur ki zaten. Bir şeyi en iyi yapan karar mercii mi? Pekala onun o şeyi çok iyi yaptığına kim karar verdi. Hıh komik hatta ironik, kesinlikle.
Bazı kabul edilmiş yargılar, düşünceler var ve herkes öyle olmak zorunda o şeyi o şekil yapmak zorunda. Değişik, mübalağa ile değişik. Sürekli bunu böyle yapmalıyım çünkü ayıplanmam. Bu kişiye böyle cevap vermeliyim çünkü doğrusu bu. Hayatımı şu şekilde yönlendirmeliyim çünkü olması gereken bu. Hııııım demek olması gereken bu, o zaman şöyle yapalım siz beni alın istediğiniz gibi şekillendirin 170 derece fırında, alt-üst fanlı pişirin afiyetle yersiniz. Nasıl fikir? Hatta yerken de şurası şöyle olmuş burası böyle olmamış diye eleştirin. Bon appetit mösyö. Bon appetit madam.
Bugünlük bu kadar sorgu sual, düşünce dünyası yeter. Neyse Leyla ile Mecnun izleyim kendime gelirim bir miktar.