Bir rengi değil de tanışmaların üzengisi olduğuna kanaat getirdiğim yegane enstrümandır yalan. Herkes atar , bir kısmı yerine tutar , içte az sakallı şeytanlar uyandırır , tabi bazısı daha yolda ona kuşkuyla yaklaşıp beceresizlik kisvesinin kontenjanından yararlanıp aklanıp paklanır ve masaya geri oturur bir mağlup olarak.
Hem de bir suç değilken yalan ve o masa bir yalancılar oteli olmuş iken.
Yalan dediğimiz zanaatın ilkelerinden ilki inanmakdır. En zoru bir yalanı sahibine satmaktır görücüye çıkarmadan önce. Bir keresinden bak bu pek mütevazi bir örnektir. Takım elbiseli , elegant bir yarı zamanlı ayakkabı satıcı ve cami ayakkabılarını patlatan bir zamparayla tanışmıştım. Özetle yalan inandırmaktır önce kendine.
Epey bir birey yalanı sevmediğini söyler. Tabi işin kurnaz kısmı yalanı yemeyi sevmezler aç karnına. Önce müşteriyi doğrularla doyurmak gerekir. Ana yemek biter bitmez tatlı söylenmeli bütün sözcükler. Baktınız müşteri yağlandı çek sabunluk koldan bacaktan ama gözlerini sakın ayırma. Gözler sana dur der , gözler sınırı çeker.
Yalanı şöyle çakmak lazım gelir. Her yalanın ardından sukünet gelir ve ardından doygun bir soru , istek , malumat. Yapılması gereken yalancıyı üzmemektir.
Çünkü yalancı sana muhtaç olandır. Muhtaciyet derin bir dernek masasıdır , her önüne gelen oturamaz oralı olmak gerekir. Yalancının karakterine dayalı -karakterli insanlardır aslında – makul ölçüde istediği verilmelidir. Tabi ki onu pek detaylı bir mahçubiyet sahibi yapabilmeli. Boydan büyük mahçubiyet arsızlık yaptırır. Yalancıda ar eksikliği tehlikelidir , dikkatli olunmalı.
Bireyin hayalinin söze yansımasıdır yalan. Olmasını düşlediği olay ve durumlar için birey yalana başvurur ve inandırdığı kişiden aldığı tepkiler çerçevisinde hayalini yaşadığı takdirdeki hazzın bir bölümünü tahsil edebilir. Yalancı , inandırmanın verdiği hazza gereğinden fazla tutunduğu takdirde yalanın imgelendirdiği olayı gerçekleştirmeye üşenmesi olasıdır. Bu da yalanın yalancıda oluşturduğu etkilerden biridir.
Gerçekleşmemiş sözler bütünü olan yalanı dikkatle incelememiz lazım gelirse sanat eserleri büyük bir yalan örneğidir. Romanlar olmamış olayların yazıya dökümü , aristotales in sanat anlayışı ( taklitçilik – mimesis ) ayrı tutularak yapılmış resimler , daima kazananın yazmış olduğu savaş senaryoları hep yalandan ibarettir. Yaşanmamış , abartılmış , küçültülmüş yani kıvrak zekaların elinde yeni bir gerçekleği kavuşmuş her şey özünde yalan ve gösterişli kuyruklara sahiptir.
Siz yalancı ve doğrucular olarak yer bulduğunuz toplumun mütevazi zerreleri olarak size biçilmiş konumlara uygun yaşama mecburiyetiyle mutebersiniz. Saygınızı yitirmeniz dahilinde elde ediceğiniz hicap ve keder gözünü korkutucak düzeylerde oldukça da olduğu gibi kalmaya didiniceksiniz.Yalan hep orda olucak siyahla ve doğrular gelinliklerine güvenip salınacaklar kir dokunmadıkça . Böyle olunca da toz kaplı siyahlar yaşanmışlık ve kir sırıtmaz haliyle oturacak dünya denen nikah masasına. Doğru ve yalan binlerce sözü illebet var edecektir.