İnsanda dilden gayrı ye’s istidadı yoktur.
İşte bu cümle ile geldim size bugün. Aslında vazgeçmediği halde, yaşama sevincini kaybetmesi uzun sürdüğü için bunu ümitsizlik olarak addeden büyük çoğunluktan bahsediyorum. Dilinin ümitsiz diyebilmesi yüzünden hazin sonuçlara mal olmasını izlediğimiz gözardı edilemez çoğunluk, maalesef.
Algı oluşturma ve bunu dikte etmede uzmanlaşmış bir grup yığının toplu olarak yakılmasını talep ediyorum. Affedersiniz, burası orası değildi(!)
O zaman yapılması gereken nedir? Bir şeyleri yakmalı, dilin kemiğini küreğini mesela. Aa hep şiddet! der gibi Değerli Okuyucu. Demesin demesin, amacım mutsuzluğun kelimelere ümitsizlik olarak dökülmesine mani olmak.
Öğrenilmiş çaresizlikten, öğretilmiş ümitsizliğe varan, acı gidişatını izlemek yüreğimi burktu çünkü. Bir ateş lazım ama zaten çürümeye mahkum cesetler için değil, nesillere aktarılan umutsuzluk tohumlarını yakmak için. Söz ağızdan çıktı mı ok gibi, geri döndürmek mümkün olmayanların türünden.
Ee atılmalı bu zehir ama nasıl? Söylenilmeli, paylaşılmalı belki ama kimle? Panzehir kimde? Gerçek sırdaş kim?
Bir kağıt, bir kalem…
Konuları, zihninizde bulunan binlerce çaresizliği düşünüp “umutsuzluk” olarak yazın. Daha sonra birilerine anlatmadan yok edin. Bu kağıda ve kaleme ağır bir yük yüklesekte en azından büyük bir davanın kurtarıcıları ünvanını verelim. Ümit kırmamak olan mücadelemizin cesur kahramanları. Ne büyük şeref.
Kağıt için üzülenler suya anlatabilir, kimse duymayacak kadar kısık bir sesle. Hiç bir varlığa bu yükü yüklemek istemeyenler ise umutsuzluğu söküp atsınlar. Ne büyük başarı!
Yarım bir yazı, çünkü tamamlayacak olan sizin ümit dolu sözleriniz. Yoksa hep yarım kalacak…